Book: The 25th Hour
Quotes of Book: The 25th Hour
Konuş benimle, tamam mı? Konuş. Monty? Böyle yapma. Bu bizim son gecemiz." "Bizim son gecemiz değil bu. Benim son gecem. Seninse yarından itibaren önünde bir dolu lanet olası gece var. Dışarı çıkabilir, bir avukatın içki ısmarlamasına izin verebilir, Hudson' da çırılçıplak yüzebilirsin. Önünde çok zamanın var."
...
Onun yarınları olacağını, kahkahalar atıp, dostlarıyla eğleneceğini, kaldırımlarda dolaşıp, vitrinlere bakacağını, lokantalarda akşam yemekleri yiyeceğini düşününce kendini çok yalnız hissediyordu. Sigarayı elinde tuttu ama yakmadı.
Bir an yalnızca kısacık bir an Naturelle' den şüphelenmemiş miydi? O çılgın anda kadının telefonla evde uyuşturucu gizlendiği ihbarını yapmış olabileceği aklından geçmemiş miydi? O düşünceyi hemen aklından uzaklaştırmıştı sonra da. Neden böyle bir şey yapsın ki? Beni ihbar etmekten ne çıkarı olabilir? Ama bir kez insanın aklına kurt düşmeye görsün, bir daha benzer düşünceler kolay kolay zihinden atılamıyordu. Kuşku inancı giderek kemiriyordu. Ona bir daha güvenebilecek miydi? Ve eğer seninle yatan kadına güvenemezsen, en savunmasız anlarında yanında olan kadına itimat edemezsen, dünyada kime güvenebilirsin ki? book-quoteMonty küçük tuvaletin kapısını kilitleyip, klozetin kapalı kapağının üstüne oturdu. Biri tuvalet kağıdı rulosunun takılı olduğu plastiğin üzerine, cehenneme kadar yolunuz var, yazmıştı. Kesinlikle diye düşündü o da. Ama senin de cehenneme kadar yolun var. Herkesin. Kapıdaki Fransız kadının, şarap içerek yemek yiyenlerin, siparişleri alan garsonların, hepinizin canı cehenneme. Bu kentin ve içindeki herkesin canı cehenneme. Sokak köşelerinde sırıtarak dilenen serserilerin, türbanlı Sihlerin, sarı taksileriyle birbiriyle yarışan yıkanmak bilmez Pakistanlıların da. Göğüs kıllarını alıp, memelerini büyüten Chelsea'li ibnelerin de. Hepsinin canı cehenneme. Aşırı pahalı meyvelerinden piramitler yapan Koreli manavların, onların plastik ambalajlara sarılı lale ve güllerinin de. Beşinci Cadde'de sahte Gucci satan beyaz cübbeli Nijeryalıların da. Brighton Sahili'nde küp şekerleri dişlerinin arasında tutarak çaylarını cam bardaklardan içen Rusların da. Hepsinin canları cehenneme. 47. Cadde'de elmas satan şapkalı, kirli gabardin takımlı, Mesih'in gelmesini beklerken sürekli para sayıp duran Yahudilerin de. Sokaklarda sürtenlerin, yaşlıların ve de spastiklerin de. Kendini beğenmiş, metrolarda sürekli gazete okuyan, kolonya sürünmüş Wall Street borsacılarının da. Hepsinin canı cehenneme. Washington Square Park'ta, bellerinden cüzdan zincirleri sarkan patenli punkçıların, her yere bayrak asan, otomobillerinin açık camlardan dinledikleri müziği bangır bangır herkese dinleten Porto Rikoluların da. Naylon eşofmanları ve St. Anthony madalyonlarıyla gezip, saçlarına durmadan briyantin süren Bensonhurst İtalyanlarının da. Enginarı Balducci'den, eşarbı Hermes'ten alan, büzük dudaklı, asık suratlı ev kadınlarının da. Asla pas vermeyi bilmeyen, savunma yapmayan, her turnikeye girişte bir adım fazladan atan varoş çocuklarının da. Babaları Tokyo'ya iş gezisine giderken mutfakta oturup esrar çeken okullu uyuşturucu müptelalarının da. Mavi giysileri içinde kabadayılık taslayarak dolaşan, kalın enseli, Krispy Kreme'e giderken bile kırmızı ışığı takmayan polislerin de. Knicks'in, Indiana'ya karşı oyunu nedeniyle Patrick Ewing'in, Charles Smith ve onun Chicago maçındaki başarısız uzaktan atışlarının, John Starks'ın Houston maçındaki korkunç şutlarının da canı cehenneme. Jordan'ı hiç yenemedikleri için cehennemin dibine kadar yolları var. Sürekli söylenip duran bücür Jakob Elinsky'nin de canı cehenneme. Hep sevgililerimin kıçlarına bakıp duran Frank Slattery'nin de canı cehenneme. Ben gidince özgürlüğünü ilan edecek Naturelle Rosariao'nun da canı cehenneme. Güvendiğim ama beni gammazlayan Kostya Novotyny'in de. Karanlık odasında film banyo edip duran babamın da. Karlar altında çürüyen annemin de. Bu kadar çabuk kurtulan İsa'nın da canı cehenneme. Çarmıhta yalnızca birkaç saat, cehennemde bir hafta sonu sonra melek ordusuyla eğlence. Bu şehrin ve içindeki her şeyin canı cehenneme. Astoria'daki tek katlı evlerden Park Avenue'daki dublekslere, Brownsville'deki projelerden, Soho'daki mağazalara, Bellevue Hastanesi'nden Alphabet City'deki meskenlere, Park Slope'un kahverengi taşlarına kadar her şeyin canı cehenneme. Bırakın Araplar her tarafı bombalasınlar, bırakın sular yükselsin ve bu fare delikleri yok olsun, depremler yıksın tüm bu yüksek binaları, alevler sarsın her yanı. Yaksın, yıksın, bitirsin. Ve senin de canın cehenneme Montygomery Brogan. Her şeyi mahveden asıl sensin. book-quote