Başka birkaç yolcu vardı: paltodaki bir adam, başı göğsüne battı; Çevreleri için geçirimsiz, birbirlerinin etrafında kolları olan bir çift; ve boynunda, zorro tarzında siyah fular sarısı olan genç bir çocuk. Isabel kendine gülümsedi: durumumuzun bir mikro kozmosu, diye düşündü. Yalnızlık ve umutsuzluk; sevgi ve kendi emprimi; ve on altı, kendi başına bir devletti.
(There were few other passengers: a man in an overcoat, his head sunk against his chest; a couple with arms around each other, impervious to their surroundings; and a teenage boy with a black scarf wound round his neck, Zorro-style. Isabel smiled to herself: a microcosm of our condition, she thought. Loneliness and despair; love and its self-absorption; and sixteen, which was a state all its own.)
Yetersiz gezginlerle dolu sessiz bir sahnede Isabel, aynı yolculukta çeşitli bir grup birey gözlemledi. Yolcular, bir paltoda kasvetli bir adam, kendi dünyalarına derinden dalmış sevgi dolu bir çift ve genç bir bravado havasını yayan bir genç vardı. Karakterlerin bu yan yana gelmesi, hayatta, tecritten sevgiye kadar olan zıt duyguları vurguladı.
Isabel, deneyimlerinin karmaşıklığını yansıtarak onları daha geniş insan durumunun küçük bir temsili olarak gördü. Yalnızlık ve umutsuzluğun sevgi ve öz emme ile nasıl bir arada var olabileceğini ve ergenliğin eşsiz türbülansını nasıl fark edebileceğini fark etti. Düşünceleri, insanların yaşamlarını şekillendiren bu iç içe geçmiş duyguların özünü yakaladı.