Hayatım boyunca, etin ötesinde varoluşun olmadığı varsayımında yaşadım, hayatta olma anı ... o zaman hiçbir şey. Batıl inançta arama yapmıştım ... ama hiçbir şey yoktu. Sonra kendi hayatımın sesinin beni terk ettiğini duydum. Öyle ... ihale. Dikkat etmediğim için pişman oldum. Sonra diğer erkeklerin önümde bulduklarının bilgeliğine inandım ... Bu basit şeylerin doğru olabileceğini gördüm ... Onlara asla inanmak istemedim çünkü kendi savaşımla savaşmak daha iyiydi. Kendi varlığınızın yükünden ödün vermeden bir şeye inanabilirsiniz.
(All my life I had lived on the presumption that there was no existence beyond... flesh, the moment of being alive... then nothing. I had searched in superstition... But there was nothing. Then I heard the sound of my own life leaving me. It was so... tender. I regretted that I had paid it no attention. Then I believed in the wisdom of what other men had found before me... I saw that those simple things might be true... I never wanted to believe in them because it was better to fight my own battle. You can believe in something without compromising the burden of your own existence.)
Anlatıcı, fiziksel yaşamın ötesinde varlığı sorgulamak için harcanan bir yaşamı yansıtıyor ve başlangıçta ölümden sonra hiçbir şey olmadığını hissediyor. Bu anlam arayışı, batıl inançlara güvenmeye yol açtı ve sonuçta boş olduğunu kanıtladı. Bununla birlikte, anlatıcı yaşamın nazik bir şekilde ayrılmasını deneyimledikçe, inançların yeniden değerlendirilmesini ve başkalarının kavrayışlarının sadeliğinde bulunan bilgeliğin kabul edilmesini isteyen bir değişim meydana gelir.
Bu farkındalık, bu gerçekleri kişisel mücadeleler lehine görmezden gelmek için bir pişmanlık duygusu getiriyor. Anlatıcı, inançları kucaklamanın kişinin bireysel yolculuğunu azaltmadığını kabul eder ve başkalarının bilgeliğini anlamanın, kişinin kendi savaşlarından ödün vermeden kişisel varoluşla bir arada bulunabileceğini kabul eder.