Her zaman sevginin ölmesinin şiirsel lisansdan başka bir şey olmadığını düşünmüştüm. O öğleden sonra, tekrar kedi olmadan ve onsuz eve dönerek, sadece mümkün olduğunu değil, aynı zamanda kendimin ve hiç kimse olmadan, sevgiden öldüğünü fark ettim. Ayrıca, tam tersi gerçeğin geçerli olduğunu fark ettim: Bu dünyadaki herhangi bir şey için huzursuzluğumun lezzetlerini takas etmem.
(I had always thought that dying of love was nothing more than poetic license. That afternoon, returning home, again, without the cat and without her, I realized that not only was it possible, but that I myself, old and without anyone, was dying of love. And I also realized that the opposite truth was valid: I wouldn't trade the delights of my restlessness for anything in this world.)
Gabriel García Márquez'in "Melankolik fahişelerimin anıları" nda, kahramanı sevginin hayatı üzerindeki derin etkisini yansıtıyor. Başlangıçta aşktan ölme fikrini sadece şiirsel abartı olarak reddederek, özellikle evine döndükten sonra, hem kedisinden hem de sevdiği kadından yoksun, acı verici bir kayıp gerçekliği ile karşı karşıya. Bu netlik anı, duygularının derinliğine bir uyanış getiriyor ve yaşlılığından ve yalnızlığından kaynaklanan bir güvenlik açığı ortaya çıkarıyor.
Yaşadığı üzüntüye rağmen, duygusal kargaşası için paradoksal bir takdir kabul ediyor. Kahraman, huzursuzluğunun yoğun deneyimlerini başka bir şey için değiştirmeyeceğini itiraf ediyor, bu da sevinç ve ıstırap iç içe geçen sevgi ile karmaşık bir ilişki olduğunu gösteriyor. Bu ikilik, sevginin hem yükseltebileceği hem de yıkabileceği, ancak sonuçta paha biçilmez ve yeri doldurulamaz kaldığı insan deneyiminin özünden bahseder.