Dünyamın sonuna tanık olana kadar kaldığınızı hayal edin. İnsanlar gider, erkekler ve kadınlar ve ben yabancılar arasında bir yabancı olarak kalıyorum, bir yerden bir yere kaçıyor, sonsuza dek takip ediyor, deliriyor, ölüm dilemek ... -Gençliğinizi sonsuza dek tut? Çocukları doğurur ve onlardan kaçarsınız ve her nesil ile kendinizi yeni bir hayata hazırlarsınız ve her nesil ile eş ve çocuklar ağlar ve sizi herkese bağlayan herhangi bir ilgi, düşünce veya duygu olmadan ebedi sürgünün uyruğu ile doğallaşırsınız ...
(Imagine staying until I witness the end of my world. People go, men and women, and I remain a stranger among strangers, fleeing from place to place, eternally pursued, going crazy, wishing for death... -Keep your youth forever? You give birth to children and flee from them, and with each generation you prepare yourself for a new life, and with each generation the wife and children cry, and you become naturalized with the nationality of eternal exile, without any interest, thought, or emotion connecting you to anyone...)
Alıntı, geçiş ve kayıpla işaretlenmiş bir dünyada sürekli bir yabancı gibi hisseden bir bireyin yaşadığı derin tecrit ve umutsuzluk duygularını yansıtır. Anlatıcı, devam eden yaşam ve ölüm döngüsü ile boğuşur, sevdiklerine tanık olurken, kendilerine ve başkalarına yabancı olarak kalırlar. Hayatları bir yerden diğerine durmak bilmeyen bir uçuş gibi hissediyor, bu da derin bir delilik duygusu ve varoluş acısından kaçmak için bir özlemle sonuçlanıyor.
Döngü her yeni nesil ile devam ederken, anlatıcı ebeveynliğin duygusal ücretini ve ayrılmanın kaçınılmazlığını vurgular. Çocuklara hayat vermesine rağmen, hem kendileri hem de aileleri için gönül yarasına yol açarak kaçmak zorunda hissediyorlar. Bu kopukluk duygusu, anlık bir bağın veya aidiyet duygusunun oluşamayacağı, anlatıcıyı ilgi veya duygusal bağlardan yoksun bırakarak, sonsuza kadar özlem ve yalnızlık durumunda sıkışıp kalmış bir ebedi sürgün durumu yaratır.