Küçük bir ekip, herkesin kendini onun bir parçası ve entegre hissetmesi anlamına gelir.
(A small squad means everyone feels part of it and integrated.)
Birbirine sıkı sıkıya bağlı bir takım veya ekip oluşturmak, yakınlık ve katılım fikri etrafında döner. Grubun büyüklüğü yönetilebilir olduğunda her üyenin görüldüğünü, duyulduğunu ve değer verildiğini hissetmesi kolaylaşır. Bu aidiyet duygusu, etkili işbirliği ve moral için gerekli olan güven ve açıklığı teşvik eder. Bu tür ortamlarda bireylerin fikirlerini, endişelerini ve geri bildirimlerini gözden kaçırılma veya gölgede bırakılma korkusu olmadan paylaşma olasılıkları daha yüksektir.
Üstelik küçük bir ekip, üyeler arasında daha kişiselleştirilmiş etkileşimlere ve daha güçlü ilişkilere olanak tanır. Bu bağlantılar ekip çalışmasını geliştirebilir çünkü herkes birbirinin güçlü, zayıf yönlerini ve çalışma tarzlarını anlar. Sonuç olarak üyeler daha iyi koordine olma, birbirlerini destekleme ve ortak hedeflere ulaşmak için birbirlerini motive etme eğilimindedir.
Ancak, ekibin büyüklüğünün, etkinliği etkileyen tek faktör olmadığının bilinmesi önemlidir. Liderlik, amacın netliği, iletişim ve kapsayıcılık kültürü de aynı derecede hayati öneme sahiptir. Katılımı teşvik eden küçük, iyi yönetilen bir ekip, yüksek düzeyde katılım ve tatmine yol açabilir. Tersine, uyum veya kapsayıcılıktan yoksun büyük bir grup parçalanabilir ve verimsiz hale gelebilir.
Günümüzün hızlı, birbirine bağlı dünyasında, bütünleşmiş ve bir takımın parçası hissetme ilkesi yalnızca spor veya askeri birimler için değil, aynı zamanda işyerleri, topluluklar ve proje grupları için de geçerlidir. Herkesin gerçekten dahil olduğunu ve grubun başarısına dahil olduğunu hissetmesini sağlamak, yalnızca bireysel refahı artırmakla kalmaz, aynı zamanda kolektif performansı da artırarak daha zengin fikirlere, yenilikçi çözümlere ve sürekli motivasyona yol açar. Sonuçta, daha küçük gruplar nicelikten ziyade niteliğe vurgu yaparak gerçek bir topluluk ve ortak amaç duygusunu teşvik eder.
---Michael Laudrup---