Diğerleri gibi ben de bir arayan, bir taşıyıcı, bir malcontent ve bazen aptalca bir cehennem yükselticisiydim. Asla çok düşünmek için yeterince boşta değildim, ama bir şekilde bazılarımızın gerçek bir ilerleme kaydettiğini, dürüst bir yola çıktığımızı ve en iyimizin kaçınılmaz olarak zirveye çıkacağını hissettim. Aynı zamanda, liderlik ettiğimiz hayatın kayıp bir sebep olduğuna, hepimizin aktör olduğumuzu, kendimiz anlamsız bir odyssey ile dalga geçtiğine dair karanlık bir şüphe paylaştım. Bu iki kutup arasındaki gerginlikti - bir yandan huzursuz bir idealizm ve diğer yandan yaklaşan bir kıyamet duygusu - beni devam ettirdi.
(Like most others, I was a seeker, a mover, a malcontent, and at times a stupid hell-raiser. I was never idle long enough to do much thinking, but I felt somehow that some of us were making real progress, that we had taken an honest road, and that the best of us would inevitably make it over the top. At the same time, I shared a dark suspicion that the life we were leading was a lost cause, that we were all actors, kidding ourselves along on a senseless odyssey. It was the tension between these two poles - a restless idealism on one hand and a sense of impending doom on the other - that kept me going.)
"Rum Günlüğü" nde Hunter S. Thompson, ikili doğasını hem idealist bir arayan hem de alaycı bir yaşam gözlemcisi olarak yansıtıyor. Kendisini aktif ve huzursuz olarak tanımlıyor, dürüst yollar takip edenler tarafından ilerlemenin yapıldığına inanıyor. Bununla birlikte, bu sürücü duygusu, anlamsız bir yolculukta rol oynayabilecekleri fikrini düşündüğü için, çabalarının değeri hakkında şüphelerle karışıyor.
Bu ikilik, yaygın boşluk duygusunu tanıyarak özlemleriyle boğuşurken motivasyonunu körükler. Thompson'un umut ve umutsuzluk arasındaki iç çatışması, kaotik bir varoluş içinde hayalleri takip etmenin karmaşıklığını gösterir, sonuçta değişime inanmak ve her şeyin boşuna olabileceği fikriyle güreşmek arasındaki mücadeleyi vurgular.