Edebiyat eserlerine herhangi bir değer inkar eden bir kültürde yaşadık, sadece daha acil bir ideoloji gibi görünen bir şeye handmaiden olduklarında önemli olarak görüyoruz. Bu, tüm jestlerin, en özel bile siyasi terimlerle yorumlandığı bir ülkeydi. Başörtüsümün veya babamın kravatının renkleri Batı çöküşünün ve emperyalist eğilimlerin sembolleriydi. Sakal giymemek, karşı cinsten üyelerle el sıkışmamak, kamu toplantılarında alkışlar veya ıslık çalma, aynı şekilde Batı olarak kabul edildi ve bu nedenle çökmekte, emperyalistlerin kültürümüzü düşürme konusunun bir kısmı.
(We lived in a culture that denied any merit to literary works, considering them important only when they were handmaidens to something seemingly more urgent-namely ideology. This was a country where all gestures, even the most private, were interpreted in political terms. The colors of my head scarf or my father's tie were symbols of Western decadence and imperialist tendencies. Not wearing a beard, shaking hands with members of the opposite sex, clapping or whistling in public meetings, were likewise considered Western and therefore decadent, part of the plot by imperialists to bring down our culture.)
Yazar, edebi eserlerin değerini reddeden ve onları sadece ideolojik ifadeler için araçlar olarak gören bir toplumu yansıtır. Bu ortamda, en kişisel seçimler bile siyasallaştırılır, günlük eylemleri baskın ideolojilere bağlılık veya isyanla ilgili ifadelere dönüştürür. Giyim ve tımar gibi sembollerin önemi, bozucu kabul edilen Batı etkileriyle ilişkili oldukları için büyütülür.
Bu atmosfer, bireysel ifade ve siyasi uygunluk arasında bir gerilim yaratır, burada basit eylemler, yerel veya yabancı ideallere algılanan bağlılıkları için incelenir. Yazarın deneyimi, kültürel bağlamın ideolojik saflık adına kişisel özgürlüğü nasıl bastırabileceğini, sanatı ve edebiyatı siyasi söylemlere ikincil olarak nasıl bastırabileceğini vurgulamaktadır.