Caz müziğini hiç sevmedim çünkü caz müziği çözmüyor. Ama bir gece saksafon oynayan bir adam gördüğümde Portland'daki Bağdat Tiyatrosu'nun dışındaydım. Orada on beş dakika durdum ve o asla gözlerini açmadı. Caz müziğini sevdikten sonra. Bazen birini kendiniz sevmeden önce bir şeyi sevmeyi izlemelisin. Sanki size yolu gösteriyorlardı. Tanrı'yı sevmiyordum çünkü Tanrı çözmediler. Ama bu bunların herhangi birinin gerçekleşmesinden önceydi.
(I never liked jazz music because jazz music doesn't resolve. But I was outside the Bagdad Theater in Portland one night when I saw a man playing the saxophone. I stood there for fifteen minutes, and he never opened his eyes.After that I liked jazz music.Sometimes you have to watch somebody love something before you can love it yourself. It is as if they are showing you the way.I used to not like God because God didn't resolve. But that was before any of this happened.)
Donald Miller'ın "Blue Like Jazz" dan bu alıntıda yazar, caz müziği ile ilgili dönüşümünü paylaşıyor. Başlangıçta, caz çözümü eksikliğinden dolayı sevmedi, ancak Bağdat Tiyatrosu dışında saksafon oynayan bir adama tanık olduktan sonra bakış açısı değişti. Müzisyenin tutkusunu gözlemlediğinde, bazen bir şeye sevmenin başka birinin coşkusuyla öğretilebileceğini fark ederek caz takdir etmeye başladı.
Miller daha sonra, bir zamanlar Tanrı'ya benzer duyguları barındırdığını, Tanrı'nın da çözüm olmadığına inandığını itiraf ederek manevi yolculuğuna paralel bir şekilde çeker. Ancak, bu bakış açısı hayatındaki önemli olayların ardından değişti. Yansımaları, anlayışın ve sevginin, ister müzik veya maneviyat olsun, başkalarının bağlılığına tanıklık ederek yetiştirilebileceğini göstermektedir.